BİLGE KAGAN AKADEMİ
FİKİRDEN EYLEME GÖREVDEN TUTKUYA…

Sorularla dolu zihnimi seyrediyorum. Düşüncelerimin yol haritasını çıkarmaya çalışsam, okyanusların bir anda geçilebildiği, dağlardan ufalanarak kum tanelerine dönüşen akarsuların bulunduğu bir coğrafya tariflerdim. Böylesi canlı işleyen bir mekanizmaya yani zihnimize ‘burada dur, sana verilen işle ilgilen, başka bir düşünceyle meşgul olma, merak etme, yanlış yapmaktan kaçın’ demek mümkün değil elbette. Peki, işimizi yaparken, yaşamın rutinine uyum sağlarken aklımızda esen bütün bu rüzgarlar nereye gidiyor?

 Kendime sorduğum soruların başka insanları tanımakla yanıtlanacağını umuyorum.  Bu yüzden ne zaman bir firmanın, bir devlet dairesinin, bir bankanın veya bir restoranın kapısından içeri girsem, kapıda çalışan görevliden tutun da etrafımda gözlemleyebildiğim her meslekten insanı merakla izlemeye ve anlamaya çalışırım. Bunu görev olarak görüp değil, tamamen doğal bir merakın dürtüsü ile yaparım. Kim bilir, belki de her zihin sadece özgür kalmanın bir yolunu arıyordur.  Sorular yeniden zihnime doluşur. Acaba işini severek mi yapıyor? Sadece para kazanmak için mi burada? Görev olarak mı görüyor yoksa tutkuyla mı yapıyor? Ne hayalleri var ve kaçını gerçekleştirdi? Nasıl bir aileden geliyor? Nasıl bir hikayesi var? Deneyimleri, ön yargıları neler? Ve daha birçok soru ile gözlemlemeye devam ederim.  Ortak bir duygu ararım, hepimizde harekete geçmeyi bekleyen uykuda pek çok fikir olduğunu düşünürüm. Kimisi işini değiştirmeyi, kimisi yeni bir iş kurmayı, kimisi tamamen mesleğini değiştirmeyi, kimisi de yaşadığı şehri değiştirmeyi hayal eder. Organizasyonlar için de aynı şey geçerli. Organizasyonlar sürekli hayal eden insanlarla çalışır ancak çoğu zaman çalışanlarına hayal etmeyi bırakmalarını söyler.  Kendisinden daha önce hayal etmiştir zaten. Çalışanlar, işlerinde fikir üretmeyi bıraktığında başka birinin hayallerini gerçekleştirmek için çalışmaya başlarlar. Oysa ortak yatkınlığımız hayal gücü, hiç durmadan üreten bir fabrikadır. Bu fabrikanın dumanını tüttükçe biriktirdiklerimiz bizi eyleme geçmeye zorlar. Ancak yine de bir sürü fikir eyleme geçmediği için yorulmuştur.  Bu bir kısır döngüdür.

Elbette çağdaş dünyanın zorlayıcı şartları, verili durum nedeniyle çoğu insanın hayalleri fikir kısmında kalıyor ve eyleme geçemiyor. İş hayatında da özel hayatta da fikirlerin bol olduğu ama çoğunun gerçeğe dönüşemediğini görüyoruz. Peki, nedir bizi bu kadar harekete geçmekten alıkoyan?  Bu soruyu sık sık kendime de sorarım.

İşte aklımın bir köşesine saklanmış olan sözü şimdi hatırlıyorum. ‘İnsanın aynası, bir başka insandır’. Aynaya bakıyorum. Bu gördüklerim tanıdık. Yeni bir fikri eyleme geçirirken duyduğumuz korkuyu yenmek zor geliyor. Bize öğretilenler aklımızdan çıkmıyor, bulunduğumuz yerden, hayattan memnun olmamızı söyleyen sesi susturamıyoruz. Kendimize başka bir insana güvendiğimiz kadar güvenmiyoruz, Ya da sadece düşüncemizi seyretmeyi seviyoruz. Her ne olursa olsun empati kurmaya çalışmak insanı zenginleştiriyor, başarmak da o zaman çoğul bir anlam taşıyor.

 ‘Empati’nin hayatımın önemli bir parçası olduğunu anlıyorum. Aynaya baktığımda çocukluğumdan beri sosyal bilimlere meraklı olduğumu ve bu alanlarda okumamın da avantajı ile birçok deneyim elde etme fırsatım olduğunu görüyorum.. Tüm bu ilgimin ve merakımın beni getirdiği yer ise insan odaklı bir iş yapmak oldu. Ve ben bu işi, ‘başarı’ sözcüğünün çoğul bir anlam ürettiğine inanarak, tutkuyla, aşkla yapıyorum.

Müjgen Tunç

DİĞER BLOG YAZILARI